Hanefî Mezhebinin Kurucu İmamlarından Züfer b. Hüzeyl’in İstihsana Yaklaşımı
Mezheplerin teşekkül etmeye başladığı ilk dönemlerden itibaren istihsanın bir istidlal yöntemi olup olmadığı tartışılagelmiştir. Bu tartışmaların temelinde kavramsallaşma sürecini henüz tamamlamamış olan istihsan teriminin çağrıştırdığı keyfiliğin/sübjektivitenin etkisi çok fazladır. Bu yüzden istih...
Հիմնական հեղինակ: | |
---|---|
Ձևաչափ: | Հոդված |
Լեզու: | English |
Հրապարակվել է: |
Cumhuriyet University
2017-06-01
|
Շարք: | Cumhuriyet İlahiyat Dergisi |
Խորագրեր: | |
Առցանց հասանելիություն: | https://dergipark.org.tr/tr/pub/cuid/issue/27617/291054?publisher=cumhuriyet |
Ամփոփում: | Mezheplerin teşekkül etmeye başladığı ilk
dönemlerden itibaren istihsanın bir istidlal yöntemi olup olmadığı
tartışılagelmiştir. Bu tartışmaların temelinde kavramsallaşma sürecini henüz tamamlamamış
olan istihsan teriminin çağrıştırdığı keyfiliğin/sübjektivitenin etkisi çok
fazladır. Bu yüzden istihsanı bir yöntem olarak benimseyenler, ağır ithamlara
maruz kalmışlardır. İstihsanı benimseyenlerin başında Hanefî hukukçular
gelmektedir. Öyle ki istihsan yöntemi Hanefî mezhebiyle anılır hale gelmiştir.
Bununla birlikte mezhebin önde gelen temsilcilerinden biri olan ve kıyas
metodunu kullanmasıyla ön plana çıkan Züfer b. Hüzeyl’in istihsana yaklaşımıyla
ilgili iki farklı yaklaşım tespit edilmiştir. Yaptığımız araştırma ve inceleme
neticesinde her iki tespitin de isabetli olmadığını; Züfer b. Hüzeyl’in kıyas
yapmadaki becerisinin yanı sıra istihsana müracaatta sonuna kadar kıyas
taraftarı olduğunu; ancak kıyasın meselelere çözüm üretmede yetersiz kaldığı ya
da doğru sonuç vermediği durumlarda ise ızdırârın da bir gereği olarak meseleyi
hükümsüz bırakmama adına istihsana müracaat ettiği görülmektedir. Sonuç olarak
Züfer b. Hüzeyl’in genel hatlarıyla Hanefî usulüne bağlı kalmakla birlikte
istihsanı bir istidlâl yöntemi olarak kullanma hususunda çerçeveyi oldukça
daralttığını; kıyasa başvurma konusunda ise sınırları mümkün olduğunca geniş
tuttuğunu söylemek mümkündür.
Genel olarak “daha güçlü bir
delil sebebiyle meselenin benzerlerine verilen hükümden vazgeçip başka bir
hükme yönelme” şeklinde tarif edilen istihsan mezheplerin oluşmaya
başladığı hicri II. asırdan itibaren mahiyeti ve istidlal yöntemi olup olmaması
bakımından tartışıla gelmiştir. Öyle ki istihsân taraftarları ve muhalifleri
şeklinde iki farklı yaklaşım ortaya çıkmıştır.
İstihsana muhalif olanlar,
istihsanı benimseyip ona göre bir takım fıkhî istidlallerde bulunanları kendi
arzularına göre hüküm vermek ve yeni bir şeriat ihdas etmekle suçlamışlardır.
Ancak bu muhalif yaklaşımın sergilenmesinde kavramsallaşma sürecini henüz
tamamlamamış olan istihsan teriminin çağrıştırdığı keyfilik/sübjektif anlamının
etkisi çok fazladır.
İstihsana şiddetle muhalefet edenlerin
başında İmam Şâfiî gelmektedir. Ancak Şâfiî, “müt’a”nın miktarının otuz dirhem, şüf’anın müddetinin
üç gün olarak takdir edilmesinde istihsana başvurmakta, hatta bizzat “istihsân
yapıyorum” diyerek bu kavramı kullanmaktadır. Bu yüzden Şâfiî’nin muhalefetinin
istihsân yoluyla ulaşılan hükümden ziyade, istihsânın oturduğu “istisna
mantığı”na yönelik olduğu söylenebilir.
Şâfiî’nin istihsan karşıtlığı
daha ziyade istihsan ile özdeşleşen Hanefîlere yöneliktir. Özellikle Hanefî
mezhebinin kurucu imamlarından Ebû Hanîfe ile öğrencileri Ebû Yûsuf ve İmam
Muhammed’in istihsana sıkça müracaat ettiği görülmektedir. Ancak Züfer’in
istihsana bakış açısıyla ilgili kaynaklarda yeterli ve sağlam bilgiler
bulunmamaktadır. Hem mezhebin kurucu imamlarından biri hem de kendine has fikirleri
olması hasebiyle Züfer, bu noktada araştırılmaya ve incelenmeye değer bir
kişiliktir.
Günümüz araştırmacıları tarafından
Züfer’in istihsana yaklaşımı ile ilgili farklı tespitler yapılmıştır. Bunlardan
biri, Züfer’in Hanefî mezhebinin diğer kurucu imamları gibi istihsanı bolca
kullandığı şeklindeki tespit; diğeri ise istihsan konusunda Şafii ile aynı
çizgide olduğu tespitidir. Her iki çalışma da doğrudan Züfer’in istihsana
yaklaşımıyla ilgili olmadığı için, araştırmacılar bu tespitlerini dayandırdıkları
argümanlara işaret etme gereği hissetmemişlerdir.
Züfer hocası Ebû Hanîfe’den çok kısa bir süre sonra vefaat
etmiş, hocasından sonraki sekiz yıllık sürenin yaklaşık altı yılını da Basra’da
geçirmiştir. Bu yüzden mezhebin diğer kurucu imamları gibi hakkında detaylı
bilgi bulunmamaktadır. Ayrıca herhangi bir eserinin bulunmaması ya da bize
ulaşmamış olması da Züfer’in istihsana bakışıyla ilgili görüşlerinin tespitini
bir hayli zorlaştırmaktadır. Bu durum, meselenin tahkiki için ilk dönem Hanefî
kaynaklarına müracaatı zorunlu kılmaktadır.
Özellikle klasik dönem Hanefî mezhebine ait usûl ve
furû-ı fıkıh literatüründe yaptığımız incelemede de Züfer’in istihsana
yaklaşımıyla ilgili bir bilgiye ulaşamadık. Ancak hemen hemen bütün tabakât
müellifleri Züfer hakkında “kıyasçı” nitelemesi yapmakta ve onun kıyas delilini kullanmadaki becerisine
ve uzmanlığına vurgu yapmaktadırlar. Bu da oldukça dikkat çekicidir.
Ancak doğrudan Züfer’in fıkhını inceleyen Pîrizâde ve Kevserî’nin eserlerinde,
onun hakkındaki “kıyasçı” ya da “kıyas konusundaki uzman” nitelemelerinden
kastedilenin ne olduğuna yani felsefi arka planına dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
Züfer hakkındaki bu nitelemelerden iki farklı sonuca
ulaşılabilir: Bunlardan birisi
onun, hükmü naslarda bulunmayan meselelere kıyası tatbik konusunda çok başarılı
ve yetkin olduğu; diğeri ise istihsan ve kıyasa göre farklı hükümlerin
verilebileceği fıkhî meselelerde istihsan karşısında kıyasa sıkı sıkıya
bağlılığıdır.
İkinci anlamın
kastedilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü Züfer dışındaki diğer kurucu
imamların da kıyas yapma konusunda en az Züfer kadar mâhir ve becerikli
oldukları kaynaklar da sabittir. Ayrıca klasik Hanefî literatüründe yer alan
bazı bilgiler de bu görüşü desteklemektedir.
Bununla birlikte çağdaş
araştırmacılardan Muhammed Biltâcî de ikinci yaklaşımı teyit eden şeyler
söylemektedir: “Züfer
istihsanla
hüküm vermenin alanını mümkün olduğunca daraltma; kıyasa başvurma konusunda ise
sınırları alabildiğince genişletme çabası içerisindedir. Züfer’in istihsana
neredeyse hiç müracaat etmemesi, onu üzerinde ittifak edilen Hanefî mezhebinin
genel esaslarının dışarısına çıkarmaz. Çünkü Züfer’in yöntemi genel hatlarıyla
bu metodun bizzat kendisidir. Züfer’in fıkıh anlayışı umumiyetle bu usul
çerçevesinde şekillenmektedir. Bu yüzden onun da kaynakları aynı şekilde kıyas
ve istihsandır. Ancak pratikte meselelere tatbik ederken kıyası daha fazla,
istihsanı ise nadiren tercih etmektedir. O, istihsana meselelere tatbiki
çerçevesinde muhalif davranmaktadır. Bu muhalefet ise, kıyas ve istihsandan
birisiyle amel etmeye kökten karşı çıkmak ya da tümüyle onu reddetmek anlamına
gelmemektedir.”
Klasik Hanefî literatürü üzerinde yaptığımız
araştırmalarda Züfer’in istihsana çok sınırlı bir alanda sadece dört konu
özelinde müracaat ettiğini tespit edebildik. Bu örneklerin dışında istihsana
başvurduğu başka bir yer bulamadık. Züfer’in buralarda istihsanı tercih etmesi, kıyasın uygulanma imkânının olmamasıyla değil;
belki, onun nazarında kıyasın ihtiyaca cevap vermemesiyle ya da doğru sonuca
götürmemesiyle açıklanabilir.
Bununla birlikte Züfer’in fıkıh
pratiğindeki istihsan uygulamaları incelendiğinde diğer üç imamın tamamının ya da
bazılarının kıyasa dayanarak hüküm verdikleri görülmektedir. Bu durum, Züfer’in
istihsana hangi durumlarda ve ne amaçla müracaat ettiğine dair genel
geçer bir kuralın belirlenmesini de oldukça zorlaştırmaktadır.
Ayrıca
Züfer’in dar bir alanda da olsa istihsana müracaat etmesi, günümüz bazı araştırmacıları
tarafından dillendirilen onun,
istihsanı mezhebin diğer imamları gibi sıkça kullandığı ya da reddettiği
şeklindeki tespitlerinin gerçeği yansıtmaktan uzak olduğunu da ortaya
koymaktadır. Kısaca ifade etmek gerekirse Züfer için kıyas
esas olmakla birlikte, sınırlı ve dar bir alanda da olsa istihsana müracaat
etmektedir. |
---|---|
ISSN: | 2528-9861 2528-987X |