Summary: | Modern dönemle birlikte kitlesel bir fenomene dönüşen tüketim, yalnızca ihtiyaçların karşılanması
değil, arzuların tatmini ile ilişkili bir hal almıştır. Günümüzde bu arzuların hızı, yoğunluğu ve
kapsamı önemli boyutlara ulaşmıştır. Tüketim artık kültürel pratiklerden sanatsal faaliyetlere
uzanan, toplumsal kimlik ile yakından ilişkili bir deneyimin alanı haline gelmektedir. Bu değişim
kendisini alışveriş merkezlerinin yapısında da göstermektedir. Çalışmanın öncelikli hareket
noktası, George Ritzer’in öne sürdüğü yeni tüketim araçlarının akılcılaşması ve büyülemesi
arasındaki denge fikridir. Bu dengenin bozulduğunu iddia ettiğimiz, giderek akılcılaşan alışveriş
merkezleri, kültürel pratiklerini, sınıfsallığını, kimliğini ve kentliliğini tüketerek deneyimleme
amacındaki tüketicilerin beklentilerine cevap vermemektedir. Merkezine yaşamı alan “yaşam
merkezleri” -ya da yeni alışveriş merkezleri- bu beklentilerin etkisiyle yeni bir form olarak ortaya
çıkmıştır. Değişen kültürel pratiklerin, sınıfsal ayrımın ve “yeniden büyüleme” olarak yaşam
tarzının tüketiminin yeni alanı olan bu merkezler artık kentin bir parçasından öte, kentin ta
kendisidir. Bir kent simülasyonu olarak öne çıkan bu merkezlerde kentliliğin simülakrı
üretilmekte, tüm bu büyülü dünya aynı zamanda akılcı ve pratik bir paketle tüketicilerine
sunulmaktadır. Bu çalışmada yaşam merkezleri, giderek akılcılaşan alışveriş merkezlerinin bu
krizi aşmak adına ulaştıkları yeni bir form olduğu iddiası ile ele alınmaktadır. Çalışmanın amacı bu
iddiayı teorik bir tartışmaya açmaktır; özellikle Pierre Bourdieu ve Jean Baudrillard’ın görüşleri ile
yürütülecek bu teorik tartışma ile kültür ve yaşam tarzının konu edildiği, dönüşmekte olan
tüketim pratikleri ve alışveriş merkezlerindeki görüntülerinin değerlendirilmesi
amaçlanmaktadır.
|