Gınâdan Semâ’ya: Fakihlerin Tasavvuf Mûsikisine Bakışı

Müzik, tasavvuf ve fıkıh gibi iki farklı şer‘î ilmin İslam dinine olan bakışını ve yaklaşımını ortaya koymak bakımından oldukça uygun bir konudur. Kimi fakihler tarafından dini kaygılar gözetilerek uzak durulması ve hatta yasak/haram olduğu düşünülen müzik, mutasavvıflar tarafından yine dini saikler...

Full description

Bibliographic Details
Main Author: Fatih Orhan
Format: Article
Language:Arabic
Published: Hitit University 2021-12-01
Series:Hitit İlahiyat Dergisi
Subjects:
Online Access:https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1910628
_version_ 1797686206581964800
author Fatih Orhan
author_facet Fatih Orhan
author_sort Fatih Orhan
collection DOAJ
description Müzik, tasavvuf ve fıkıh gibi iki farklı şer‘î ilmin İslam dinine olan bakışını ve yaklaşımını ortaya koymak bakımından oldukça uygun bir konudur. Kimi fakihler tarafından dini kaygılar gözetilerek uzak durulması ve hatta yasak/haram olduğu düşünülen müzik, mutasavvıflar tarafından yine dini saiklerle zikir ve tesbih halkalarına dahil edilmiştir. Hatta müziğin sûfîye yaşattığı, ispatlanamayan ancak tecrübe ile bilinen mânevî deneyimler mutasavvıflarca dikkate alınarak semâ eşliğinde yapılan zikir informel bir ibadet kabul edilmiştir. Tasavvufçular açısından semâ haktan gelen bir haberdir. Haber vermek ancak gaip olan bir şey hakkında mümkün olur. Sâlik de hakka vasıl olamadığı zaman ondan haber almak ister. İşte ona bu haberi veren şeylerden birisi de semâdır. Ne zaman ki gaip olan âyan olur artık habere ihtiyaç kalmaz.Semâ, tasavvuf açısından bu kadar önemli olmakla birlikte sûfîler onun müzik eşliğinde yapılıyor olmasını da göz ardı etmemişlerdir. Müziğin kişide uyandıracağı olumsuz duyguları dikkate alan mutasavvıflar semâ yapacak olanları uyarmışlar, bu bağlamda semâyı herkes için uygun bulmamışlardır. İzzeddin b. Abdüsselam (ö. 660/1262) semâ yapacak olanlara şu ikazda bulunur: “Mutluluğun kendisi, resule ittiba etmekle ve Hz. Peygamber’in hayırlı bir nesil olduğuna şahitlik ettiği sahabeyi taklit etmekle elde edilir. Kalbinde kötü arzulara karşı eğilim olan kişi semâya katılmasın. Çünkü semâ kişinin kalbinde olan şeyi yani hoş ya da çirkin olan hevâyı harekete geçirir.” Gazzâlî ise, dili ve zevâhiri terbiye etmeyi çok kişinin başardığına ancak kalp ve bâtını terbiye edenin çok az olduğuna dikkat çekerek semânın herkes için uygun olmadığını Hızır kıssası üzerinden ifade eder. Rüyasında semâ hakkında Hızır’a soran bir kimseye Hızır şöyle der: “O, kaypak bir taştır, üzerinde ancak alimler durabilir.” Çünkü semâ kalbin gizli hallerini ve esrarını harekete geçirir. Öyle ki Allah’ın hidayet nuru, lütuf ve ismetiyle koruduğu kimseler hariç edebin sınırlarını aşacak şekilde insanı sarhoş eder. İşte bu semâ, şehveti tahrik eden mûsikiden daha tehlikelidir. Çünkü şehveti tahrik eden mûsikinin sonu günahkâr olmaktır ki tövbe ile gider. Buna mukabil kalpte gizlin olan vesveseleri harekete geçiren semânın sonu ise küfürdür.Yapılan bu uyarılara rağmen semâ kullanım amacının dışına çıkmaktan korunamamıştır. Halisane duygularla yapılmaya başlayan semâ hicri altıncı ve yedinci asırda oldukça aşırı boyutlara ulaşarak semâ etkinlikleri bir itibar görme vesilesi ve yarışına dönüşmüştür. Semânın daha sonraki dönemlerdeki bu gelişimi, semâdan beklenen gayenin ötesine geçerek bazı aşırılıklara da kapı aralamıştır. Semâ toplantıları, ateşte yürüyen veya vücutlarını kılıçla delen ve buna benzer aşırılıklara kaçan takipçilerle dolmuştur.Fakihler, mutasavvıfların taşıdıkları bu kaygıdan oldukça farklı bir kaygı ile semâ konusuna yaklaşmışlardır. Onlar semânın insana katacağı duygu ve tecrübenin olumlu ya da olumsuz oluşu ile hiç ilgilenmemişler, bizzat semânın ibadet kastıyla yapılmasını problem edinmişlerdir. Dinin anlaşılmasında nasların zâhirine tutunan fakihler ibadetler konusunda da bu zâhirî yaklaşımı sürdürmüşler, ibadetlerin ancak tevkîfî olarak bildirilen şekillerle ifa edilebileceğini söylemişlerdir. Bu sebeple müzik eşliğinde yapılan tesbih ve zikri, belirlenen ibadet şeklinin dışına çıkmak olarak addettiklerinden semâya sert bir şekilde itiraz etmişlerdir. Bu bağlamda Ebü’l-Vefâ b. Âkil’in (ö. 513/1119) şu sözü fakihlerin ibadetler konusunda tevkîfî formun dışına çıkmaya karşı verdikleri tepkiyi göstermesi bakımından oldukça ilginçtir: “Sakallı üstelik beyaz sakallı bir kimsenin müzik aletleri eşliğinde dans edip alkış tutmasından daha çirkin ne olabilir?” Biz bu çalışmada semânın tasavvuftaki rolü ve öneminden ziyade dini saiklerle yapılmasına rağmen fakihlerin hangi gerekçelerle semâya karşı çıktıklarını ele almaya çalışacağız.
first_indexed 2024-03-12T01:02:00Z
format Article
id doaj.art-7843581f34844d98a07052310e632b70
institution Directory Open Access Journal
issn 2757-6949
language Arabic
last_indexed 2024-03-12T01:02:00Z
publishDate 2021-12-01
publisher Hitit University
record_format Article
series Hitit İlahiyat Dergisi
spelling doaj.art-7843581f34844d98a07052310e632b702023-09-14T08:57:08ZaraHitit UniversityHitit İlahiyat Dergisi2757-69492021-12-0120280583410.14395/hid.979226150Gınâdan Semâ’ya: Fakihlerin Tasavvuf Mûsikisine BakışıFatih Orhan0MUĞLA SITKI KOÇMAN ÜNİVERSİTESİ, İSLAMİ İLİMLER FAKÜLTESİMüzik, tasavvuf ve fıkıh gibi iki farklı şer‘î ilmin İslam dinine olan bakışını ve yaklaşımını ortaya koymak bakımından oldukça uygun bir konudur. Kimi fakihler tarafından dini kaygılar gözetilerek uzak durulması ve hatta yasak/haram olduğu düşünülen müzik, mutasavvıflar tarafından yine dini saiklerle zikir ve tesbih halkalarına dahil edilmiştir. Hatta müziğin sûfîye yaşattığı, ispatlanamayan ancak tecrübe ile bilinen mânevî deneyimler mutasavvıflarca dikkate alınarak semâ eşliğinde yapılan zikir informel bir ibadet kabul edilmiştir. Tasavvufçular açısından semâ haktan gelen bir haberdir. Haber vermek ancak gaip olan bir şey hakkında mümkün olur. Sâlik de hakka vasıl olamadığı zaman ondan haber almak ister. İşte ona bu haberi veren şeylerden birisi de semâdır. Ne zaman ki gaip olan âyan olur artık habere ihtiyaç kalmaz.Semâ, tasavvuf açısından bu kadar önemli olmakla birlikte sûfîler onun müzik eşliğinde yapılıyor olmasını da göz ardı etmemişlerdir. Müziğin kişide uyandıracağı olumsuz duyguları dikkate alan mutasavvıflar semâ yapacak olanları uyarmışlar, bu bağlamda semâyı herkes için uygun bulmamışlardır. İzzeddin b. Abdüsselam (ö. 660/1262) semâ yapacak olanlara şu ikazda bulunur: “Mutluluğun kendisi, resule ittiba etmekle ve Hz. Peygamber’in hayırlı bir nesil olduğuna şahitlik ettiği sahabeyi taklit etmekle elde edilir. Kalbinde kötü arzulara karşı eğilim olan kişi semâya katılmasın. Çünkü semâ kişinin kalbinde olan şeyi yani hoş ya da çirkin olan hevâyı harekete geçirir.” Gazzâlî ise, dili ve zevâhiri terbiye etmeyi çok kişinin başardığına ancak kalp ve bâtını terbiye edenin çok az olduğuna dikkat çekerek semânın herkes için uygun olmadığını Hızır kıssası üzerinden ifade eder. Rüyasında semâ hakkında Hızır’a soran bir kimseye Hızır şöyle der: “O, kaypak bir taştır, üzerinde ancak alimler durabilir.” Çünkü semâ kalbin gizli hallerini ve esrarını harekete geçirir. Öyle ki Allah’ın hidayet nuru, lütuf ve ismetiyle koruduğu kimseler hariç edebin sınırlarını aşacak şekilde insanı sarhoş eder. İşte bu semâ, şehveti tahrik eden mûsikiden daha tehlikelidir. Çünkü şehveti tahrik eden mûsikinin sonu günahkâr olmaktır ki tövbe ile gider. Buna mukabil kalpte gizlin olan vesveseleri harekete geçiren semânın sonu ise küfürdür.Yapılan bu uyarılara rağmen semâ kullanım amacının dışına çıkmaktan korunamamıştır. Halisane duygularla yapılmaya başlayan semâ hicri altıncı ve yedinci asırda oldukça aşırı boyutlara ulaşarak semâ etkinlikleri bir itibar görme vesilesi ve yarışına dönüşmüştür. Semânın daha sonraki dönemlerdeki bu gelişimi, semâdan beklenen gayenin ötesine geçerek bazı aşırılıklara da kapı aralamıştır. Semâ toplantıları, ateşte yürüyen veya vücutlarını kılıçla delen ve buna benzer aşırılıklara kaçan takipçilerle dolmuştur.Fakihler, mutasavvıfların taşıdıkları bu kaygıdan oldukça farklı bir kaygı ile semâ konusuna yaklaşmışlardır. Onlar semânın insana katacağı duygu ve tecrübenin olumlu ya da olumsuz oluşu ile hiç ilgilenmemişler, bizzat semânın ibadet kastıyla yapılmasını problem edinmişlerdir. Dinin anlaşılmasında nasların zâhirine tutunan fakihler ibadetler konusunda da bu zâhirî yaklaşımı sürdürmüşler, ibadetlerin ancak tevkîfî olarak bildirilen şekillerle ifa edilebileceğini söylemişlerdir. Bu sebeple müzik eşliğinde yapılan tesbih ve zikri, belirlenen ibadet şeklinin dışına çıkmak olarak addettiklerinden semâya sert bir şekilde itiraz etmişlerdir. Bu bağlamda Ebü’l-Vefâ b. Âkil’in (ö. 513/1119) şu sözü fakihlerin ibadetler konusunda tevkîfî formun dışına çıkmaya karşı verdikleri tepkiyi göstermesi bakımından oldukça ilginçtir: “Sakallı üstelik beyaz sakallı bir kimsenin müzik aletleri eşliğinde dans edip alkış tutmasından daha çirkin ne olabilir?” Biz bu çalışmada semânın tasavvuftaki rolü ve öneminden ziyade dini saiklerle yapılmasına rağmen fakihlerin hangi gerekçelerle semâya karşı çıktıklarını ele almaya çalışacağız.https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1910628fıkıhtasavvufsemâşarkıgınâtasavvuf mûsikisifiqhsufismsemâsonggınâsufi music
spellingShingle Fatih Orhan
Gınâdan Semâ’ya: Fakihlerin Tasavvuf Mûsikisine Bakışı
Hitit İlahiyat Dergisi
fıkıh
tasavvuf
semâ
şarkı
gınâ
tasavvuf mûsikisi
fiqh
sufism
semâ
song
gınâ
sufi music
title Gınâdan Semâ’ya: Fakihlerin Tasavvuf Mûsikisine Bakışı
title_full Gınâdan Semâ’ya: Fakihlerin Tasavvuf Mûsikisine Bakışı
title_fullStr Gınâdan Semâ’ya: Fakihlerin Tasavvuf Mûsikisine Bakışı
title_full_unstemmed Gınâdan Semâ’ya: Fakihlerin Tasavvuf Mûsikisine Bakışı
title_short Gınâdan Semâ’ya: Fakihlerin Tasavvuf Mûsikisine Bakışı
title_sort ginadan sema ya fakihlerin tasavvuf musikisine bakisi
topic fıkıh
tasavvuf
semâ
şarkı
gınâ
tasavvuf mûsikisi
fiqh
sufism
semâ
song
gınâ
sufi music
url https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1910628
work_keys_str_mv AT fatihorhan gınadansemayafakihlerintasavvufmusikisinebakısı