Muhammed b. Yûsuf es-Senûsî’nin Kelâm Anlayışında Mârifetullah-Akıl İlişkisi
Öz: Müteahhirûn Eşʿarî kelâmcılarından Muhammed b. Yûsuf es-Senûsî (ö. 895/1490), Mağrib’de temayüz etmiş âlimlerinden birisidir. Senûsî, düşüncelerini Eşʿarî kelâm sistemi içerisinde şekillendirse de kendine has bakış açısıyla bu sisteme yeni katkılar sunmaktadır. Özellikle de mârifetullahta akla ö...
Main Author: | |
---|---|
Format: | Article |
Language: | English |
Published: |
Cumhuriyet University
2017-12-01
|
Series: | Cumhuriyet İlahiyat Dergisi |
Subjects: | |
Online Access: | https://dergipark.org.tr/tr/pub/cuid/issue/29944/342362?publisher=cumhuriyet |
Summary: | Öz: Müteahhirûn Eşʿarî kelâmcılarından Muhammed b. Yûsuf
es-Senûsî (ö. 895/1490), Mağrib’de temayüz etmiş âlimlerinden birisidir. Senûsî,
düşüncelerini Eşʿarî kelâm sistemi içerisinde şekillendirse de kendine has
bakış açısıyla bu sisteme yeni katkılar sunmaktadır. Özellikle de mârifetullahta
akla önem verme çabası dikkat çekicidir. Ona göre mârifetullaha ancak nazar ile
ulaşılır. Nazar ise zihinde yapılan bir vazʿ veya tertip işlemidir. Bir yöntem
takip edildiğinde böyle bir nazar mârifetullaha götürür. Özellikle de hükm-i
aklî vâcib, câiz ve müstahîli idrak etme yoluyla zihnin işleyişine bir form
katmaktadır. Bir mü’min için vâcip, câiz ve müstahîli bilmek aklı kullanmaktır.
Bu bağlamda Senûsî hüküm kavramına merkezî bir rol yüklemektedir. İnsan aklını
bu şekilde işlettiği takdirde zorunlu olarak kendisinin hâdis olduğunu
kavrayacaktır. Bilgiye ulaşma sürecinde Senûsî’nin akıl kadar kalbe de dikkat çekmesi
onun, bu ikisini birleştirme çabasında olduğunu göstermektedir.Özet: Senûsî,
mârifetullah’a ulaştıran en önemli vasıtanın nazar (istidlâl) olduğunu düşünmektedir. Ona göre nazar “istenilen şeye ulaştıracak şekilde
mâlumu ortaya koymak
(vazʿ) ya da iki veya
daha fazla işi tertip etmektir”. Yaptığı bu tanımı,
içerisinde bulunduğu Eşʿarî gelenek açısından değerlendirirsek, Senûsî’nin çağdaşı olan Kâdî Beyzâvî’nin
tanımını tashih etme çabası içerisinde olduğunu görürüz. Beyzâvî nazarı “Malum olmayan şeyi bilmeye götürecek şekilde malum işleri tertip
etmektir” şeklinde
tarif etmiştir. Senûsî bu tanıma bir katkı yapmıştır. Tanımdaki tertip kısmını
tamamen benimsemiş, üstüne bir de vazʿ tabirini eklemiştir.
Senûsî’nin böyle bir ayrıma gitme nedeni zihnin işleyişini mantıksal formla
izah etme çabası nedeniyledir. Şöyle ki mantıksal anlamda düşünce, tasavvur ve
tasdikten oluşmaktadır. Düşünceyi oluşturan bu kavramlardan tasavvur vazʿa, tasdik
tertibe işaret etmektedir. Eğer Beyzâvî’nin
tanımı geçerli kabul edilirse zihinde tasavvur eksik kalmaktadır. Bu da
Senûsî’nin mârifetullaha ulaşmak açısından aklın işleyişine verdiği önemi
göstermektedir. Tasavvur olmadan yapılan tasdik insanı taklide götürebilir. Bu yüzden vazʿ yapılarak
yapılan nazar da dikkate alınmalıdır.
Senûsî’nin
yaptığı nazar tanımından onun Allah’tan kopuk bir akıl anlayışı olduğu
vehmedilebilir. Ancak Senûsî bu konuda Eşʿarî gelenekten asla kopmamıştır. Senûsî’ye göre gerek nazar gerekse bunun sonucu oluşan bilgi, vasıtasız olarak Allah’ın yaratması iledir. Nazarın bilgide,
bilginin de nazarda herhangi bir tesiri yoktur. Kulun ise ne nazar da ne de
bilgide bir tesiri vardır. Böyle bir söylem yapmış olduğu tanım ile çelişkili gibi gözüküyor. Ancak o, Eşʿarîlerin çizmiş olduğu ilahî kudret anlayışı çerçevesinde yorumlarını yapmıştır.
Her şeyi hatta insanın fiillerini bile yaratan Allah’ın düşünceyi yaratmaması
düşünülemez. Akıl bilgi üretir ama hem aklı hem de aklın ürettiği bu bilgiyi Allah yaratmaktadır.
Senûsî,
nazarı tarif ederken onun tasavvur anlamında vazʿ ile üretilebileceğini
söylemiştir. Ancak onun açısından tasavvuru oluşturan çok önemli bir kavram
daha vardır ki o da “hüküm”dür. Ona göre hüküm “bir işin ispatı (olumlama) ya da nefyi
(olumsuzlama)dir”. “Âlem yaratılmıştır” ya
da “Allah yaratılmış değildir” ibareleri bir işin ispatı ve nefyine örnektir.
İşte bu bir hükümdür. Bu anlamıyla tasavvur, hükme (tasdike) giden bir yoldur.
Yani tasavvur ile elde edilen bilgiler, zihnin formlarında
hükme ulaşmaktadır.
Senûsî hükmü
üçe ayırmaktadır: Şer’î, âdî, aklî. Şer’î hüküm Allah’ın, mükelleflerin
fiilleriyle alakalı talep, ibâha veya vazʿ ile hitabıdır. Âdî
hüküm ise bir durumun varlığı veya yokluğu ile bir başka durumun varlığı veya
yokluğu arasındaki bağdır. Bu üç hüküm içerisinde en önemli olan ise aklî
hükümdür. Aklî hükme gelince o, herhangi bir vazʿ ve
tekrar olmaksızın bir işin ispatı veya nefyidir. Vazʿ olmaması ile şer’î hükümden, tekrar olmaması ile âdî hükümden ayrılmaktadır. Bu anlamıyla akıl bir işin sübûtuna ya da nefyine karar verirken
tekrara, incelemeye ihtiyaç duyuyorsa bu türden bir hüküm şer’î ve âdî hüküm
değil; aklî hükümdür. Akıl bir işin, ya sübûtuna ve yokluğuna birlikte hüküm
verir (câiz), ya yalnız sübûtunu kabul eder (vâcib) ya da yalnız nefyini kabul eder (müstahîl). Senûsî’ye göre akîde de
söz sahibi olmak birinci derecede aklî hükme hastır.
Senûsî,
aklın konumuyla alakalı şeylerde mârifetullahı merkeze alır ve mârifetullahın
bu üç kavramla (vâcib, câiz
ve müstahîl) ilişkisini inceler. Senûsî’nin bunu
yaparken gözettiği şey aklın fıtrî bir anlamının olması yanında, birtakım
şeyleri bilmekle de alakasının olduğunu göstermektir. Netice olarak aklî hükmün
bu üç kısmını bilmek Senûsî’ye göre aklın bizatihi kendisidir. Bunları bilmeyen kimse akıllı olmayan kimsedir.
Senûsî, her
mükellefin aklî hükmü ve kısımlarını bilmesinin gerekli olduğunu düşünmektedir.
Bu gereklilik o mükellefin, Allah ya da resulleri hakkında vacip, câiz ve
müstahîl olan sıfatları; ayrıca aklî hükmün
sınırları içerisinde olan ya da olmayan şeyleri ayırması açısındandır. Bunları
bilen mükellef burhana sahip olur ve böylece kendisinde oluşmuş ya da
oluşabilecek şüpheleri defedebilecektir.
Senûsî,
mârifetullaha akıl ile ulaşmak açısından aklın
istidlâlî yönüne de vurgu yapmaktadır. Ona göre Allah’ın varlığının ispatı
açısından, müsebbebden sebebe istidlâl (örneğin bir şeyin yanması ona ateşin
değdiğini gösterir) ve iki mütelâzımdan birinin diğerine istidlâli (örneğin
Allah’ın âlim olmasının vücûbu, onun ilminin vücûbuna delâlet eder) en iyi istidlâl yöntemidir.
Mümkün varlığın müreccihinin olması kabulünde ise Fahreddin er-Râzî’ye bu
önermenin zarûrî olup olmaması açısından muhalefet eder. Ona göre bu tür
önermeler zarûrî değildir; nazara ihtiyaç
duyarlar. Bu açıdan mârifetullah için nazar şarttır.
Senûsî’de mantık
bağlamında ele alınan akıl, sadece kıyas ve istidlâl işlevini gören bir yapıda
değildir. Aksine Senûsî’ye göre aklın alan açısından kalbe doğru giden bir yönü
bulunmakta olup kalbin,
akıl manasında kullanıldığı görülmektedir. Bu durum
Senûsî’nin tasavvufî bilgiyi akıl ve nakil ile birleştirme çabasına bir örnek
teşkil etmektedir. Bu ise zamanı açısından bir ıslah projesidir. |
---|---|
ISSN: | 2528-9861 2528-987X |