Tanrı-Din ve Siyaset İlişkisinin Thomas Hobbes’un Leviathan ve De Cive Kitapları Işığında İncelenmesi
Thomas Hobbes (1588-1679) toplum sözleşmesi teorisinin kurucusu olarak kabul edilen önemli bir siyaset kuramcısıdır. Hobbes’un doğal durumu tanımlaması, toplumun oluşmasındaki nedenleri belirtmesi, yetkiye ve siyasi yükümlülüklere dair fikirleri siyasi düşünce tarihinde dikkat çeker. Düşünür, özelli...
Main Author: | |
---|---|
Format: | Article |
Language: | English |
Published: |
Cumhuriyet University
2019-12-01
|
Series: | Cumhuriyet İlahiyat Dergisi |
Subjects: | |
Online Access: | https://dergipark.org.tr/tr/pub/cuid/issue/50646/597766?publisher=cumhuriyet |
Summary: | Thomas
Hobbes (1588-1679) toplum sözleşmesi teorisinin kurucusu olarak kabul edilen
önemli bir siyaset kuramcısıdır. Hobbes’un doğal durumu tanımlaması, toplumun
oluşmasındaki nedenleri belirtmesi, yetkiye ve siyasi yükümlülüklere dair
fikirleri siyasi düşünce tarihinde dikkat çeker. Düşünür, özellikle yaşadığı
yüzyılda monarşiyi güçlendirmek adına siyasal itaati meşrulaştırmanın
gerekliliği üzerinde durmuş, dönemin koşullarından dolayı Tanrı fikrini
tamamıyle dışlayamamıştır. Bu yüzden toplum sözleşmesi fikrini
temellendirdikten sonra ahlaki yasalar ve yükümlülükler aracılığı ile Tanrı
kavramını teorisine dahil etmeyi seçmiştir. Bununla birlikte, kendisinden
önceki düşünürlerin aksine Tanrı’ya siyasal ve toplumsal düzeni sağlama
hususunda ancak ikincil bir görev vermiştir. Tanrı kavramını ve yazılı olmayan
kuralların yükümlülüğünü dışlaması, söz konusu dönemde Hobbes’un ateist
olduğuna dair tartışmalara yol açsa da, kendisi bunu kabul etmemiştir. Bizim
kanaatimiz, Hobbes’un aslında bir ateist olduğu ve Tanrı fikrini sadece
toplumun düzenini sağlamak için siyasi bir araç olarak kullandığı yönündedir.
Bir başka deyişle, argümanımız; Hobbes’un dini ve Tanrı korkusunu, bireyleri
yazılı yasalara uymaları yönünde zorlamak için kullandığı şeklindedir. Bu
argümanın haklılığını gösterebilmek için makalemizde Hobbes’un De Cive ve Leviathan kitaplarındaki argümanları analiz edilmiş ve geliştirmiş
olduğu kuramda dinin ve Tanrı’nın yeri incelenmiştir.Özet: Thomas
Hobbes, İngiltere’de sosyal ve siyasi düzenin tehlike altında olduğu ve egemen
gücün meşrulaştırılması gerektiği bir dönem olan onyedinci yüzyılda yaşamıştır.
Doğal bilimlerdeki ilerlemeler ve felsefik düşünce yapısındaki değişimler,
rasyonaliteyi önemli kılarak, söz konusu dönemde egemenin gücünün ve bireylerin
özgür istencinin sorgulanmasına olanak vermiştir. Bu yüzden, Tanrı, din ve
siyasi yükümlülükler ile ilgili sorunlar da yeni bir boyut kazanmıştır. Hobbes’un esas felsefesi Aristoteles teleolojisini
çürütmek ve sonrasında da onu mekanik yaklaşım ile değiştirmekti. Hobbes’un
modern doğal bilimlere olan yaklaşımı, siyaset felsefesini de mekanik bir
yaklaşımla temellendirmeye itmiştir. Bu sebeple, Tanrı’nın birincil rolünü
siyaset felsefesinden çıkarmış, ama bunu yaparken de Tanrı’nın varlığını inkar
etmemiştir. Hobbes’un bu makalede tartışılan kitapları; De Cive ve Leviathan’da, bireylerin toplumun önemli parçaları olduğundan ama
doğal olarak siyasi birer varlık olmadıklarından bahsedilir. Hobbes’a göre
bireyler hayatta kalmak için siyasi bir kurumun altına girmek durumundadırlar.
Bir başka deyişle, insanın zayıflığı, siyasi toplumun kurulmasını gerekli
kılmıştır. İnsan doğal olarak siyasi bir varlık olmasa dahi, siyasi bir kurum
altında yaşamak insan doğasına aykırı bir durum değildir. Hobbes’un üzerinde
durduğu temel nokta, sivil toplumun yapay bir ürün olsa dahi bireylerin refahı
için gerekli olduğudur. Yazılı yasaların ve bir otoritenin, kısacası zorlayıcı
bir gücün olmaması halinde, insanlar tehlike altında olacaktır. Bu koşullar
altında, bir kişinin kendisini koruması için ne gerekiyorsa yapacağı şaşırtıcı
bir durum değildir. Böylesi bir savaş durumunu engellemek için, kişiler doğal
durumdaki sınırsız özgürlüklerini bırakarak, egemen bir gücün altında yaşamayı
tercih edeceklerdir. Aslında Hobbes’a göre, insanın güvenliğini sağlayan
siyasi toplumun varlığı değil, zorlayıcı bir gücün varlığıdır. Bu güç,
insanların barış içerisinde yaşaması için gereken koşuldur. Bir başka deyişle,
bireyler önce toplumu oluşturmak için sonra da o toplumun devamlılığını
sağlamak için bir güçten korkmalıdırlar. Korku kavramı olmadan Hobbes’un
bahsettiği siyasi güce bir temel bulmak zor olacaktır çünkü korku faktörü
bireylerin kişisel çıkarları ile toplumsal iyinin karşı karşıya geldiği
durumlarda, bireyi korkutarak siyasi güce uymayı zorlayacak ve böylece
toplumsal refahı sağlayacaktır. Bu noktada, Hobbes’un kuramına Tanrı kavramı
dahil olur. Bu makalede, Hobbes’un kuramında dinin rolü olmadan siyasi
yükümlülük kavramının eksik kalacağı tartışılmıştır. Bireyler birbirlerinden
korktukları için ve güvenliğe ihtiyaçları oldukları için bir toplumun altında
yaşamayı tercih ederler. Hobbes’a göre bu ihtiyaç Tanrı korkusuyla
desteklenmelidir. Fakat, Hobbes ne Tanrı korkusunu ne de ahlaki yasaların
varlığını doğal durumda kullanmıştır. Bunun yerine, sonrasında siyasi düzen
için gerekli olan yükümlülüklere bir temel bulmak için, Tanrı kavramını
kullanmayı seçmiştir. Hobbes, burada analiz edilen kitaplarında doğal yasalar,
ahlaki yasalar ve ilahi yasalar kavramlarını açıklar. Ona göre, doğal yasalar
ahlaki yasalardır ve aynı zamanda ilahi yasalar olarak da adlandırılabilirler.
Bu yüzden üçü de aynı görünür ve hepsi de Tanrı tarafından verilir. Tanrı her
bireye akıl verdiğinden, herkes bu yasalara akılları aracılığı ile ulaşabilir.
Hobbes’un kuramında bu noktaya kadar, sadece sivil toplumda değil, doğal
durumda da ahlaki yükümlülüklerin olmasına imkan veriliyordu. Fakat, Hobbes
insanların doğal durumda ahlaki bilinçlerinin olmadığını ve ahlaki yasalara
uymak zorunda olmadıklarını söyler. Ona göre doğal yasalar, ahlaki yasalar ya
da Tanrı’nın yasaları, adına her ne dersek diyelim, yükümlülük yaratan yasalar
olmaları için bir sivil otoritenin yaptırımında olması gerekir. Her ne kadar da
doğal durumda ahlaki yasaların varlığından söz etse de, söz konusu yasaların
insanların toplum altında yaşamaya geçmeden önce yükümlülüğe yol açmadığını da
ekler.Doğal yasalar sadece insanları toplum altında
birleştirmeye zorlayacak bir güç olması halinde, Tanrı’nın buyrukları olarak
zorunluluğa dönüşürler. Bu demektir ki; ahlaki ilkeler siyasi bir güç olmadığı
sürece anlamsızdırlar. Hobbes’un felsefesinde aklın buyrukları ve Tanrı’nın
yasaları iki farklı kavram olarak ortaya çıkar; bu durum da bizi Hobbes’un
aslında Tanrı’ya inanmadığını savunmaya kadar götürebilir. Halbuki, Hobbes’un
yükümlülükleri meşrulaştırmak için dinin gücüne ihtiyacı vardır. Bu sebeple,
Tanrı’yı bir araç olarak kullanmayı seçmiştir. Böylece, egemenin mutlak gücünü
de sınırlamış ve yükümlülükler için de bir temel bulabilmiştir. Bir başka
deyişle, Tanrı’nın varlığının dini açıdan meşrulaştırmasını yapmak yerine,
egemen gücün eline dini ve Tanrı’yı siyasi ve sosyal düzene ulaşmak için bir
araç olarak vermiştir. Hobbes’un göstermeye çalıştığı, Leviathan diye
adlandırdığı toplumun bireylerden oluştuğu ve bu bireylerin egemen güce biat
etme sebeplerinin, kendilerinin vermiş olduğu rıza ve yetki olduğudur.
Kısacası, Hobbes siyaset felsefesinin temeline Tanrı’yı değil, öznelerin özgür iradelerini
koyar. Bireyler doğal durumdaki sınırsız özgürlüklerinden feragat ederek bir
egemen altında yaşamaya rıza göstermişlerdir, çünkü karşılığında güvenliklerini
sağlayacaklardır. Bu anlaşma gereği egemene itaat etmeyi kabul ederler. Böylece
siyasal olarak bireyin bağlı bulunduğu yükümlülükler Tanrı kavramı ile
sınırlandırılmış olan egemenin gücü ile meşrulaştırılmış olur.
Bu makalede, Hobbes’un egemenin mutlak gücünü ilahi irade
olan Tanrı ile sınırlandırmış olduğu gösterilir. Aslında Hobbes’un yapmaya
çalıştığı, egemenin gücüne
mutlakiyet sağlayarak, onu ne dünyevi ne de ilahi bir güce karşı sorumluluk
altına sokmaktır. Bunu nasıl başardığı ise bu makalede, Hobbes’un De Cive ve Leviathan kitaplarının analiz edilmesi ile detaylı olarak
gösterilmiştir. |
---|---|
ISSN: | 2528-9861 2528-987X |