Tefsirde İsrâiliyyâta Dair Bazı Tespit Ve İddiaların Değerlendirilmesi
İslâmî ilimlerin hemen her çeşidinde görülen isrâiliyyât rivayetleri erken dönemlerden beri tefsir kaynaklarında da yer almıştır. Kur’an’ın açıklanması sürecinde kullanılan bu rivayetler klasik dönemde bazı müfessirler tarafından sorunlu görülüp tenkit edilmiştir. Klasik dönemde nispeten geç bir zam...
Main Author: | |
---|---|
Format: | Article |
Language: | English |
Published: |
Cumhuriyet University
2019-12-01
|
Series: | Cumhuriyet İlahiyat Dergisi |
Subjects: | |
Online Access: | https://dergipark.org.tr/tr/pub/cuid/issue/50631/620363?publisher=cumhuriyet |
Summary: | İslâmî ilimlerin hemen her çeşidinde görülen isrâiliyyât rivayetleri
erken dönemlerden beri tefsir kaynaklarında da yer almıştır. Kur’an’ın
açıklanması sürecinde kullanılan bu rivayetler klasik dönemde bazı müfessirler
tarafından sorunlu görülüp tenkit edilmiştir. Klasik dönemde nispeten geç bir
zaman dilimine tekabül etse de isrâiliyyât rivayetleri karşısında nasıl bir
tavır takınılacağı konusunda bir yöntem geliştirilmeye çalışılmıştır. Klasik
dönemde isrâiliyâta yönelik bu metodolojik ilgi, çağdaş dönemde daha da artmış
batılı olsun doğulu olsun birçok araştırmacının konuyla ilgili çalışma
yapmasında etkili olmuştur. Günümüzdeki araştırmalarda isrâiliyyâtın tanımı,
kaynağı, İslâmî ilimlerde yayılışı, kullanılış amacı, tarihi süreçte onlara
karşı geliştirilen olumlu-olumsuz tavırların seyri gibi hususlarda önemli
sonuçlara ulaşılmıştır. Fakat bu dönemde ortaya konulan bazı tespit ve
tahliller, konuyla ilgili farklı durumlar dikkate alındığında yeniden
tartışmayı hak etmektedir. Buna göre makalede; tefsirde isrâiliyyâtın nasıl
tanımlanabileceği, isrâiliyyât eleştirilerinin ne zaman başladığı, tefsirde
doğrudan Kitâb-ı Mukaddes’e başvuran ilk müfessirin Bikâî (ö. 885/1480) olup
olmadığı gibi bir dizi problem ilgili kaynaklar taranarak ele alınacaktır.
Özet: İsrâiliyyât
rivayetleri erken dönemlerden itibaren tefsirlerde bir bilgi kaynağı olarak
kullanılmıştır. İslâm dininin temel kaynaklarından biri olan Kur’an’ın çeşitli
tefsirlerinde nakledilen bu rivayetler yine erken dönemden beri bazı
müfessirlerin metodolojik ilgilerine konu olmuştur. Bu ilgi çağdaş dönemde de
devam etmiş, gerek batılı gerekse de doğulu birçok araştırmacı isrâiliyyât
hakkında çalışmalar yapmıştır. Konu hakkındaki çalışmalarda yer alan bazı
tespit, tahlil ve iddialar bu makalede yeniden değerlendirilecektir.
Bunlardan ilki isrâiliyyâtın tanımı sorunudur. Çağdaş araştırmalarda, tüm
kaynaklarda görülen isrâiliyyât için kuşatıcı tanımlar yapılmaktadır. Bu
tanımlar, her bir alanın kaynaklarında farklı amaçlarla dikkate alınan,
taşıdığı bilgi değeri ve ihtiva ettiği konular farklılaşan isrâiliyyâtın dakik
bir şekilde tanımlanmasına engel olmakta ve ilgili alanlardaki bazı yönlerinin
göz ardı edilmesine sebebiyet vermektedir. Tanımlarda isrâiliyyâtın büyük
oranda Ehl-i kitaptan öğrenildiği, İslâm sonrasında yaygınlaştığı, halifeler,
hanedanlar ve mehdi hakkındaki rivayetleri de kapsadığı ifade edilmektedir.
Diğer bir husus da bunların uydurulmuş ya da mitolojik karakterde olduğunun
vurgulanmasıdır. Klasik tefsirlerde isrâiliyyât daha ziyade Ehl-i kitap
tarihiyle ya da onların bilgi sahibi oldukları konularla ilgili görülmüştür.
Arapların atalarıyla ilgili rivayetlerin isrâiliyyât olarak nitelendirilmesi
ise çağdaş döneme aittir. Eğer bazı isrâiliyyât Arapların kendi tarihleriyle
ilgiliyse kaynakları da Arapların kendi tarihsel-kültürel hafızaları olmalıdır.
Bununla birlikte Kur’an kıssalarının hemen hepsi şöyle ya da böyle nüzûl dönemi
öncesinde bilindiği ve Ehl-i kitapla ilişkiler İslâm öncesinde çok eskilere
dayandığı için bu rivayetlerin İslâm sonrasında yaygınlaştığı iddiası revize
edilmelidir. Bazı isrâiliyyâtın efsanevi niteliğini öne çıkarıp tümünü red
gerekçesi yapmak da problemlidir. Böylesi vurgular rivayetlerin tefsirlerdeki
işlevlerinin de gözden kaçırılmasına önayak olmaktadır. İsrâiliyyât tefsirlerde
ı) kıssalardaki müphem lafızları tefsir etmek, ıı) Ehl-i kitaba karşı
istişhadda bulunmak ve ııı) tergîb-terhîb maksadıyla kullanılmıştır. Bu
rivayetler, Kur’an ve sahih sünnetin yanı sıra tarih, dinler tarihi ve
arkeoloji gibi alanların verileri tarafından açıkça yanlışlanmadığı sürece
tefsirlerde kaynak olarak kullanılabilir.
İsrâiliyyât eleştirilerinin ilk olarak İbnü’l-Arabî (ö. 543/148) ya da
İbn Atıyye (ö. 541/1147) gibi
müfessirlerde görüldüğü ileri sürülmektedir. Ancak Mâtürîdî (ö. 333/944),
Mâverdî (ö. 450/1058) ya da Tûsî (ö. 460/1067) gibi daha erken müfessirlerin
tefsirlerinde de isrâiliyyât eleştirisi görülmektedir. Sonrakiler gibi
eleştirilerinde onların açıkça isrâiliyyât terimini kullanması şart değildir.
Eğer onların eleştiri yönelttiği rivayetler ve eleştiri gerekçeleri sonraki
müfessirlerin eleştirileriyle aynıysa, isrâiliyyât eleştirisini hicri IV. asra
kadar geri götürmek gerekir.
Çağdaş dönemde katı isrâiliyyât eleştirisinin öncüsü görülen Abduh’un (ö.
1905) bu eleştiride esas aldığı kriterlerden biri olan “kıssadaki anlatımın
yeterli olduğu, müphem bırakılanlarla meşguliyetin gereksizliği, kıssadaki
ibret ve hikmete odaklanmak gerektiği” anlayışı klasik dönem müfessirler için
de geçerlidir. Bu anlayışa sahip olan Taberî (ö. 310/923), Mâtürîdî, Râzî (ö.
606/1210) ve Ebû Hayyân (ö. 745/1344) gibi müfessirler, isrâiliyyâta yer
verseler bile bu rivayetler karşısında “onların kesinlik içermediği, bağlayıcı
ya da gerekli olmadığı” şeklinde bir farkındalığa sahip olmuşlardır. Klasik
dönemde böylesi bir farkındalığın sebeplerinden biri olan kıssadaki anlatımın
yeterli olduğu anlayışı, çağdaş dönemde katı bir reddedişe dönüşmüş
gözükmektedir.
Diğer bir mesele klasik dönemde Kitâb-ı Mukaddes’ten sistematik olarak
tefsirde yararlanan ilk müfessirin Bikâî (ö. 885/1480) olduğu iddiasıdır. Ancak
Bikâî öncesinde Deylemî’nin (ö. 593/1197) de tefsirde Eski Ahit’i sistematik
olarak kullandığı görülmektedir. O kendi dönemindeki Tevrat’tan iki şekilde
yararlanmaktadır. O ya doğrudan Tevrat tercümesinden ya da Arapça harflerle
yazılan İbrânîce metinden alıntı yapmaktadır. Tevrat’ı tefsirinde kaynak olarak
kullanan diğer bir müfessir ise Safedî’dir (ö. 696/1296). O da Tevrat’tan
sistematik olarak yaptığı alıntılarla tefsirini zenginleştirmektedir. O halde
klasik dönemde Kitâb-ı Mukaddes’in tefsir kaynağı olarak kullanılışı Bikâî ile
başlatılmamalıdır.
Klasik dönemde önde gelen müfessirlerin doğrudan Kitâb-ı Mukaddes’i
kullanmamalarının nedeni hakkında onu muharref kabul ettikleri ve seleften rivayet
edilen isrâiliyyâtı daha güvenilir buldukları iddia edilmektedir. Hâlbuki
seleften şifahî olarak nakledilen isrâiliyyâtın da önemli bir kısmının başta
apokrif metinler olmak üzere yazılı kaynaklara dayandığı bilinmektedir. Haliyle
seleften şifahi olarak nakledilen isrâiliyyât da Kitâb-ı Mukaddes gibi
mevsukiyet sorunu taşımaktadır. Bu durum klasik müfessirlerin tutarsız bir
tavır takındıklarını ileri sürmeye imkân vermektedir. Ancak klasik
müfessirlerin bu rivayetleri zaman zaman eleştirmeleri ve onların kesin bilgi
ifade etmediği ve bağlayıcı olmadığı yönündeki tavırlarını dikkate aldığımızda
muhtemel tutarsızlık sorunu ortadan kalkar. Dolayısıyla onların nazarında bu
rivayetlerin seleften isnadlı bir şekilde güvenilir ravilerden nakledilmeleri,
her zaman kabul edilip benimsenmelerinde yeterli bir sebep olarak
görülmemiştir. |
---|---|
ISSN: | 2528-9861 2528-987X |